Tarlataban Bostanı'nda söyleşi |
2'si erkek yaklaşık 20 kişinin katılımıyla gerçekleşen söyleşiye kadın-doğa ilişkisinin paralelliğini anlatarak başlayan Anarşist Kadınlar'ın gündeminde tüketim karşıtı alternatif çalışmalar vardı. Sistemin bütüncül saldırısına karşı bütüncül bir mücadele verilmesi gerektiğini vurgulayan konuşmacılar Loç Vadisi sürecini, TEMA deşifresini, nükleer santral karşıtı, şirket önü ve fuar eylemlerini anlattı. Beraber yapılacak çok şey olduğunu belirten kadınlar direnişi refleks edinmenin gerekliliğinin altını çizdi.
Söyleşide konuşulanların özeti
Nergis Şen, Anarşist Kadınlar |
"Biz farklı süreçlerde farklı şekilde hareket eden bir topluluğuz. Bedenlerimize yapılan saldırılara ve adaletsizliklere karşı mücadele ediyoruz. Mücadele etmek gerektiğini de düşünüyoruz. Kadınlar her türlü iktidara karşı ezilmişliğe maruz kalıyor. Bugünkü etkinlikle bağdaştırmak istersek de doğanın içindeki yaşam alanlarımıza karşı yapılan her türlü saldırıya karşı bir direniş gösteriyoruz. Böylesi bir etkinlikte var olmak bizim için de çok önemli. Birçok farklı düşünce var ama bizim düşüncelerimizin de dinlenmek istenmesinden dolayı bugün buradayız. Aynı zamanda Anarşist Kadınlar olarak Patika Ekoloji Kolektifi ile birlikte hareket ediyoruz. Kentsel ve kırsal alanlardaki dönüşüme ve sömürüye karşı mücadele ediyoruz. Kırsaldaki insanların direnişinin kentte de ses bulması açısından bu süreçlere katkıda bulunmaya çalışıyoruz."
Özlem Arkun (29) Anarşist Kadınlar:
Özlem Arkun, Anaşist Kadınlar |
Mücadele etmek bütünlüklü bir hat. Bir tarafından başladığın zaman karşı çıkmaya ve mücadele etmeye, diğer tarafını görmezden gelmek olmuyor. Görmezden geldiğinde mücadele ettiğin alan da boşa düşmeye başlıyor. Anti-militarist olmak, doğa mücadelelerinde saf tutmak, kadın mücadelesi noktasında hassasiyet göstermek gibi şeyler aslında eşgüdümlü gidiyor."
Didem Deniz Erbak, Anarşist Kadınlar |
"Bir tarafta kadının yaratıcı pozisyonundan bahsediyoruz doğayla kurduğu ilişkide. Diğer tarafta da savaşlar ve ölümler var. Kadının buralarda gösterdiği tavır hep ikinci pozisyondaymış gibi yansıtılsa da aslında çok birincil pozisyonda. Yaşamla kurulan ilişki göz önünde bulundurularak ölümle ve savaşla girilen mücadele kadın için çok anlamlı. Kırsaldaki kadınlar kapitalizmin çok saldıramadığı kendi yaşamları içerisinde gündelik akışlarında doğayla ilişkisini daha iyi sürdürebiliyor. Savaş karşıtı mücadele ile ekoloji mücadelesi çok içiçe geçiyor. Yaşamlarımıza o kadar bütünlüklü bir saldırı var ki biz de o mücadeleyi sürdürürken aynı bütünlükle geri dönüş yapmalıyız. Bir yerde boşluk verildiğinde sistem oradan baskısını arttırıyor. Kadın mücadelesinde bizi bir araya getiren en önemli şey de bu bütünlülük oluyor."
Özlem Arkun:
"Saldırı çok farklı hatlardan devam ederken bunların kılcalları da oluyor. Militarizm sadece savaşla saldırmıyor. Militarizm bir kültür olarak gündelik yaşantıda kadınlık rollerini belirliyor. Bir kadının vatana feda edecek evlat doğurmasının propogandasını yapıyor ya da savaş dönemlerinde ötekileştiricek o hiyerarşiyi kuruyor. Kadının erkekten daha aşağıda olduğu öğretisini sürekli yineliyor. Doğanın talanına ilişkin mücadele hattı sadece yaşam alanlarımıza bir HES yapılmak istendiğinde görünür oluyor belki ama aslında doğadan koparılan hayatlarımızda gündelik karşılıkları oluyor. Mücadele ettiğin alanda gündelik pratiklerini yeniden düşünüp örerek gündelik direnişler de geliştirmen gerekiyor."
Didem Deniz Erbak:
"Yaşamın kendisinde bir mücadele vardır. Mevsimlerin geçişinde, tüm canlı yaşamı içerisinde, ekolojik yaşamda her şey bir mücadele. Bir tohumun toprakta filizlenmesi bile bir mücadele, bütün işleyişin kendisi mücadele."
"Kadın ve doğanın üzerindeki iktidar ilişkilerinin yanında aynı zamanda Anarşist Kadınlar olarak hem direnişlerde hem de kendi günlük pratiklerimizde kurduğumuz kolektif ilişki biçimlerinin doğadaki ilişki biçimleriyle paralelliği var. Doğa ve kadın üzerindeki tahakkümü bütünlüklü bir iktidar olarak algılamak gerekiyor. İktidar dediğimiz kavram doğanın tüm kaynaklarını kendisi için kendi yararına kullanılabilecek meşru bir kaynak olarak görürken, aynı zamanda ataerkil bir yapıya sahip olduğu için kadın bedeni ve kimliği üzerinden de politikalar üretiyor. Kadın ve ekoloji mücadelesi bu yönden birbiriyle bağlantılı. Kadınlar da ekoloji de aynı şeye karşı bir direniş halindeler. Kadın kendi kimliğine doğrultulan bir iktidara karşı ekoloji de direniş içerisinde.
Devletlerin, ataerkinin, iktidarın oluşmadığı ilkel ve komünal toplumlarda kadının pozisyonuyla şimdiki ataerkil ilişki biçimlerinin geliştiği toplumlarda kadının rolleri çok daha farklı. Hem tarihsel hem de yaşamsal olarak kadınla doğanın arasındaki ilişki çok daha belirgin. Kadın bereketlidir, toprak gibi. Kadın doğayla içiçedir, doğanın bir parçasıdır. Eskiden daha saygı duyulan, yaşamı üreten olarak kadına daha fazla saygı duyulurken şimdi evlere kapatılan, erkek iktidarının ona gösterdiği yaşam alanı içerisinde sıkıştırılmış bir kimlik olarak kalıyor. Ancak tüm bunlara rağmen kadınların doğayla kurduğu ilişki biçimi daha farklı ve daha yakın olduğu için kadın bulunduğu yaşam alanından doğayla daha güçlü bir ilişki geliştiriyor. Toprağı ektiği zaman, dereden su alıp bitkiler yetiştirdiği zaman bunu diğer nesillere aktarma ihtiyacını hisseden kadın oluyor.
Anarşist Kadınlar'ın ekoloji mücadelesine dair söyleşi |
Kapitalizmin ve devletlerin insanı doğadan kopartmasına tarihten bir örnek vermek gerekirse 1645 yılında İngiltere'de çok büyük bir çitleme hareketi ortaya çıkıyor. Bu aynı zamanda mülkiyet kavramının ortaya çıkışıyla da alakalı. Öncesinde insanlar ihtiyaçları olan ürünleri beraberce yetiştirip doğayla paralel bir ilişki içerisinde kolektif bir biçimde yaşarken çitleme hareketiyle beraber bu insanların toprakları ellerinden alınıyor. Önceden hep beraberce paylaşma ve dayanışma içerisinde yaşayan insanların yaşamına böylece bencillik ve rekabet kültürü giriyor. Çitleme hareketine karşı çıkan isyanlarda kadın yine ön plana çıkıyor çünkü kadının yaşamı dönüştürmeye olan yatkınlığı daha fazla tepki vermesine neden oluyor. Devlet bu kadınları itibarsızlaştırmak yoluyla sindirmeye çalışıyor ve cadı yaftası altında bu kadınlar hakkında kara propoganda yapıyor. Kadim bilgilerin sınırlandırılmasına gidiliyor ve kadınların örgütlülüğüne bir saldırı geliştiriliyor.
Söyleşinin gerçekleştiği Tarlataban Bostanı |
Loç Vadisi sürecinden bahsetmek gerekirse Loç Vadisi, Kastamonu'da 4 tane köyün vadiye baktığı bir alan. Karadeniz'de mücadele zaten yıllardır devam ediyor çünkü dereler HES yapılmak isteniyor. Kapitalizme ve devlete hizmet eden projeler bu bölgeye yapılmak istendiğinde buradaki halk ayaklanıyor. Buradaki köylerin genç nüfusu çok az. Bu direniş sürecinde yaşlı insanlar iş makinalarının önüne geçiyorlar. Biz de Anarşist Kadınlar olarak bu direnişin sesini kentsel alanlarda nasıl duyurabiliriz diye düşündük. Şehirde bir mücadele hattı kurarak buradaki insanlara kırsalda nelerin olduğunu anlatabiliriz hem de üstlenici şirkete geri adım attırabiliriz dedik. Şirket önü oturma eylemleri düzenledik."
Deniz Didem Erbak:
"Üstlenici şirket olan ORYA'nın Kabataş'taki binasının önüne gittik. Loç Vadisi'ne HES yapmak isteyen ORYA Enerji'nin CEO'su Orhan Yavuz TEMA Vakfı'nın mütevelli heyetinden bir şahıs. Bir Loç Vadisi mücadelesinde bunu da deşifre etmek istedik."
Zeynep Çoşkunkan:
"Şirket önünde gerçekleşen nöbetlerde sarı çizme, yağmurluk ve yazmalarla yer aldık. Bu esnada vadide de insanlar direnişteydi. Jandarmanın bir gece vadideki halka saldırmayla beraber direniş yükselmeye başladı. Hem şehirde hem de köyde, o yaşam alanının öznesi olan insanların da direniş göstermesiyle bir şeyler değişiyor. O insanlar kendi yaşamları üzerinde söz sahibi olduklarının bilinciyle bir direnişi başlatıyor.
Anarşist Kadınlar ekoloji mücadelesini konuşuyor |
Kadınların en önde olduğu bir direniş söz konusu. Biz bütün pankart asma, oradaki masamızı kurma, çay demleme ve yemek yapma işlerini hep beraber kadınlar olarak yaptık. Yaşlı insanların bu süreci sahiplenmesinin de önemi büyük. Biz şehirde doğan ya da hayatının büyük bölümü şehirde geçirmiş gençler insanın doğayla olan ilişkisinin o kadar farkında değiliz. İnsanın doğadan koparıldıktan sonra doğa üzerinde tahakküm kuran bir pozisyona geçmesi şehirde yaşayan insanların reflekslerine inmiş bir şey. İneği öldü diye hastanede günlerce yatan kadınlar, ağacı kesildi diye ağacını kesen kardeşlerine küsen kadınlar gibi örneklerle çoğaltabileceğimiz insanların doğayla kendi kültürleri üzerinden kurdukları bir bağ var. Sahip oldukları dillerini, kültürlerini doğayla ilişkili olarak kurmuş bu kadınlar. Bunu korumak adına kadınların büyük bir derdi oluştu. Bu süreç oradaki insanların da politize olduğu bir süreç haline geldi. Biz o kadınlara Kürt annelerinden, Cumartesi Anneleri'nden bahsettik. Loçlu teyzelerle Cumartesi Anneleri'nin eylemine gittik. Bu durum kadınların söz konusu direniş olduğunda aslında bütün kimliklerinden sıyrılabileceğinin göstergesiydi. Loçluların anarşist algısı değişti ve fikirsel bir farklılaşma yaşadılar. Bir dert var ve bu dertte ortaklaştığımızda aslında birbirimizi de dönüştürmeye başlıyoruz.
Ekoloji mücadelesinde bizim anladığımız şu oldu: Beraber yapabilecek çok şeyimiz var ve bu noktada ortaklığımız çok fazla. Tıpkı kadın mücadelesi gibi. İçinde yaşadığımız toplumda olağanlaştırılmaya çalışılan baskılar, tacizler ve yıldırma politikalarına karşı yaşamını savunmak isteyen kadınların bir araya gelip yapacakları çok şey var. Bu sonsuz yok etme, ve ötekileştirme anlayışına dair doğayla bütünleşmeyi hedef koyarak bu mücadeleyi sürdürmenin yolları hala arıyoruz. Bu yolları genişletmeye çalışıyoruz ve bunun mücadelesini veriyoruz."
Sinem Özkan, Tarlataban İnsiyatifi |
Boğaziçi Üniversitesi'ndeki Starbucks İşgali'nden sonra yediğimiz ve içtiğimiz şeyler nedir, nereden geliyor ve bu süreçte neler oluyorun sorgulanmasının ardından ortaya çıkan Tarlataban İnsiyatifi'nin amacı okul içerisinde öğrencilerin bir şeyler üretebilmesi ve bu üretim sürecinin takip edilebilmesi. Adil gıda üretmeye çalışan insiyatif üniversitenin Güney Kampüsü'ndeki bostanda atalık tohumlar kullanılıyor. Kışlık ve yazlık ekimlerin yapıldığı bostandan elde edilen ürünlerin arasında maydanoz, tere, roka, semizotu, dereotu, marul, pazı, ıspanak, havuç ve bakla var. Kimyasal gübrenin kullanılmadığı, malçlama yapılan bostanda ayrıca kompost çukurları da bulunuyor. Bostanın asıl amacının Boğaziçi Üniversitesi Kooperatifi'ni (BÜKOP) ve Öğrenci Kooperatifleri'ni (ÖKOP) beslemek olduğunu belirten Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü öğrencisi Sinem Özkan (18) :"Tarlataban'ın üretici, BÜKOP aracı ve ÖKOP da tüketim ağı şeklinde olması amaçlanıyor" dedi.
Fundagül Arslan, Katılımcı |
Haber: Hazal Sipahi
Tür: Fotoğraflı Haber Yazısı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder