20 Aralık 2015 Pazar

Benzinsiz, parasız, etsiz yolculuk: Bisikletli Sahaf

Bisikletli Sahaf'ın kurucuları Rüzgar Alper Benli ve Filiz Gülez
2014 yılının Nisan ayından beri önce Avrupa'da daha sonra Türkiye'de bensizsiz, parasız ve et yemeden bisikletle yolculuk eden Filiz Gülez ve Rüzgar Alper Benli 20 Aralık 2015 Pazar günü Boğaziçi Üniversitesi Tarlataban İnsiyatifi'nin konuğu oldu. Yolculuklarından, friganizmden ve projelerinden bahseden ikili arkasında durdukları yaşam biçimini ve kültürünü anlattı. 


"Bisiklet aylaktır" #şiirbisiklette
Öğle saatlerinde başlayan ve Tarlataban Bostanı'nda gerçekleşen söyleşiye ikili ve katılımcılardan bazıları bisikletleriyle geldi. İkilinin çöpten bulduğu ve hala yenilebilir durumda olan elmalar, katılımcıların getirdiği atıştırmalıklar masaya konup çay demlendikten sonra söyleşi başladı. Konuşmalarına benimsedikleri yaşam biçimini ve kültürü anlatarak başlayan ikili yolculuklarını illa ki vejeteryan veya çöpçü olarak etiketlemek gerekmediğini belirtti. Ekolojik Avrupa Turu, Tohum ve Masal Turu ve Ekolojik Kütüphane projelerini anlatan ikilinin gündeminde bisiklet yolculuğunda kadın olmak, yolculuk boyunca karşılaştıkları tepkiler ve zorluklar vardı. Yaklaşık 20 kişinin katıldığı etkinlik katılımcıların da kendi deneyimlerini paylaşmasıyla devam etti. Söyleşinin sonunda katılımcıların sorularını cevaplayan ikili, iki saat süren buluşmadan yine bisikletlerine binerek ayrıldı. 

Bisikletli Sahaf'ın hikayesi
Bisikletli Sahaf'ın kurucularından Rüzgar Alper Benli (25) yolculuğa Nisan 2014'te Yunanistandan başladı. Daha sonra Filiz Gülez (26) Haziran 2014'te Belçika'ya uçarak yolculuğa dahil oldu. İkilinin 'Ekolojik Avrupa Turu' adıyla bir sosyal deney olarak başladıkları Avrupa yolculuğu 11 Eylül 2014'te sona erdi. İstanbul'a geri dönen ikili kendilerine bisikletleriyle yapabilecekleri bir iş kurmaya karar verdi. Bu aşamada ikili evlerindeki kitapları satmaya başladı. Blogları üzerinden kitap listesi yayınlayan ikili alıcılara kitaplarını teker teker bisikletleriyle götürmeye başladı ve Bisikletli Sahaf projesini başlattı. Ardından Mart 2015'te Türkiye turuna çıkan Bisikletli Sahaf 'Tohum ve Masal Turu' adını verdikleri seyahati Eylül 2015'te tamamladı. İkili yolculukları boyunca benzinsiz, parasız ve et yemeden seyahat etti. Geçtiğimiz Eylül ayından beri de Bisikletli Sahaf projesini genişletmeye ve otonom bir hale getirmeye çalışan ikili Ekolojik Kütüphane çalışmalarına başladı. 

Ekolojik Avrupa Turu
Boğaziçi Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü mezunu olan Rüzgar Alper Benli okulun son döneminde çalışmak istemediğine ve Avrupa'yı bisikletle dolaşmaya karar verdi. Ancak bir bisiklet turuna çıkmak için bir sürü ekipmana ihtiyaç vardı. "Bu ekipmanı ya satın almam gerekiyordu, ki öyle bir param yoktu, ama insanların evinde boş duran eşyaları 6 aylığına ödünç alıp yola çıkabilirim diye düşündüm" diyen Benli'ye arkadaşları destek verdi. Ödünç aldığı ekipmanla yola çıkan genç adamın amacı yolcuğun ekolojik olmasıydı. "Yolculuğun etsiz, benzinsiz ve parasız olması benim için ekolojik olmasının tanımıydı. O yüzden Avrupa turunu da böyle yapalım dedik" diyen Benli Nisan 2014'te tek başına Avrupa turuna çıktı. 
İkili Boğaziçi Üniversitesi'nden ayrılırken

Üniversite öğrenciliği boyunca birden fazla işte çalışan Filiz Gülez kendisine söyleneni yapmanın onu mutlu etmediğini fark etti. Ne istediğini yolda anlayacağını düşünen Türkiye'yi turlamaya karar verdi. Bu sırada Rüzgar Alper Benli ile tanışan Gülez, Türkiye turunu erteleyip Benli'nin Avrupa seyahatine dahil olmaya karar verdi ve Haziran 2014'te Belçika'ya uçarak Ekolojik Avrupa Turu'na dahil oldu. Yanına hiç para almadan Belçika'ya giden Gülez ve Benli Belçika'dan İstanbul'a beraber pedalladı. 

"Parasız olmak çok farklı bir deneyimdi. İhtiyaçtan doğuyor ya icatlar, o zaman ne yapabiliriz diye düşünmeye başladık. Çöpten beslenme de buradan çıktı. Beslenmemizi genelde günlük üretim yapan fırınlar, restoranlar ve benzincilerin fazlalarıyla sağladık" diyen Gülez, şehir merkezlerinde karnını doyurmanın daha kolay olduğunu belirtti. Parasız seyahat etmenin onları daha fazla insanla iletişim kurmak durumunda bıraktığını söyleyen ikili insanlarla daha samimi ilişkiler kurduklarını anlattı. Toplam 5 ay süren ve 17 ülkeyi gezip Türkiye'ye dönen ve bisikletle yapabilecekleri bir iş kurmaya karar veren ikili fosil yakıp harcamadan ikinci el kitap dağıtımına başladı ve böylece kitapların geri dönüşümüne ve daha çok insana ulaşmasına olanak sağladı. 

Masal ve Tohum Turu
Bisikletli Sahaf projesini başlattıktan sonra Mart 2015'te rotasını Anadolu köylerine çeviren Gülez ve Benli atalık tohum toplamaya ve unutulmaya yüz tutmuş Anadolu masallarını derlemeye karar verdi. "Tohum ekilmezse, masal anlatılmazsa ölür" sloganıyla yola çıkan ikili 6 ay süren yolculukları boyunca 160 çeşit atalık tohum topladı ve dağıttı. Şimdilerde Ekolojik Kütüphane projesini yürüten Bisikletli Sahaf'ın kurucu ikisinin gelecek planı ise tek başlarına yolculuğu deneyimlemek. 
Tarlataban Bostanı'nda söyleşi
Ekolojik Kütüphane
Türkiye turunu tamamladıktan sonra Bisikletli Sahaf'ı genişletmeye ve bu işe daha fazla insanı dahil etmeye karar veren gençler Ekolojik Kütüphane projesini başlattı. İkili ellerindeki ve bağışlanan kitapları ihtiyacı olan okullara bisikletleriyle ulaştırdılar ve projelerine gönüllüleri de dahil ettiler. Projeye kitap bağışlayarak, kitaba ve kütüphaneye ihtiyacı olan okulları Bisikletli Sahaf'a bildirerek, bisikletle kitap taşıyarak ve projenin duyulmasını sağlayarak destek olmak mümkün.  

Haber: Hazal Sipahi
Tür: Multimedya Haber

14 Aralık 2015 Pazartesi

Anarşişt Kadınlar'ın ekoloji mücadelesi

Tarlataban Bostanı'nda söyleşi
Anarşist Kadınlar 14 Aralık 2015 Pazar günü ekoloji mücadelelerini anlatmak üzere Boğaziçi Üniversitesi Tarlataban İnsiyatifi'nin konuğu oldu. Tarlataban Bostanı'nda gerçekleşen söyleşide ana başlıklar ekoloji mücadelesinde feminizm ve anarşizmdi. 

2'si erkek yaklaşık 20 kişinin katılımıyla gerçekleşen söyleşiye kadın-doğa ilişkisinin paralelliğini anlatarak başlayan Anarşist Kadınlar'ın gündeminde tüketim karşıtı alternatif çalışmalar vardı. Sistemin bütüncül saldırısına karşı bütüncül bir mücadele verilmesi gerektiğini vurgulayan konuşmacılar Loç Vadisi sürecini, TEMA deşifresini, nükleer santral karşıtı, şirket önü ve fuar eylemlerini anlattı. Beraber yapılacak çok şey olduğunu belirten kadınlar direnişi refleks edinmenin gerekliliğinin altını çizdi.


Söyleşide konuşulanların özeti 
Nergis Şen, Anarşist Kadınlar
Nergis Şen (21) Anarşist Kadınlar:
"Biz farklı süreçlerde farklı şekilde hareket eden bir topluluğuz. Bedenlerimize yapılan saldırılara ve adaletsizliklere karşı mücadele ediyoruz. Mücadele etmek gerektiğini de düşünüyoruz. Kadınlar her türlü iktidara karşı ezilmişliğe maruz kalıyor. Bugünkü etkinlikle bağdaştırmak istersek de doğanın içindeki yaşam alanlarımıza karşı yapılan her türlü saldırıya karşı bir direniş gösteriyoruz. Böylesi bir etkinlikte var olmak bizim için de çok önemli. Birçok farklı düşünce var ama bizim düşüncelerimizin de dinlenmek istenmesinden dolayı bugün buradayız. Aynı zamanda Anarşist Kadınlar olarak Patika Ekoloji Kolektifi ile birlikte hareket ediyoruz. Kentsel ve kırsal alanlardaki dönüşüme ve sömürüye karşı mücadele ediyoruz. Kırsaldaki insanların direnişinin kentte de ses bulması açısından bu süreçlere katkıda bulunmaya çalışıyoruz."



Özlem Arkun (29) Anarşist Kadınlar:
Özlem Arkun, Anaşist Kadınlar
"Anadolu'da dokuma sanatında kullanılan dişiliğin temsilcisi eli belinde motifinden bahseden Arkun: "Kadının doğa gibi üretken olmasına istinaden çok paralel bir algının ürünü aslında eli belinde motifi. Kadının gücü, doğanın gücüyle birlikte ele alınıyor; afetlerinden ve tufanlarından hem korkulan hem de bereketli ve hayat veren bir güç olarak saygı duyuluyor. Erkin olmadığı dönemde kadının pozisyonuna baktığımızda kadın ve doğa ilişkisinin ne kadar paralel olduğunu görüyoruz. Kadının doğayla kurduğu ilişki aslında sadece başı sıkıştığında veya yaşam alanına bir saldırı olduğunda değil.

Mücadele etmek bütünlüklü bir hat. Bir tarafından başladığın zaman karşı çıkmaya ve mücadele etmeye, diğer tarafını görmezden gelmek olmuyor. Görmezden geldiğinde mücadele ettiğin alan da boşa düşmeye başlıyor. Anti-militarist olmak, doğa mücadelelerinde saf tutmak, kadın mücadelesi noktasında hassasiyet göstermek gibi şeyler aslında eşgüdümlü gidiyor."


Didem Deniz Erbak, Anarşist Kadınlar
Didem Deniz Erbak (23) İstanbul Üniversitesi Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji Bölümü öğrencisi, Anarşist Kadınlar:
"Bir tarafta kadının yaratıcı pozisyonundan bahsediyoruz doğayla kurduğu ilişkide. Diğer tarafta da savaşlar ve ölümler var. Kadının buralarda gösterdiği tavır hep ikinci pozisyondaymış gibi yansıtılsa da aslında çok birincil pozisyonda. Yaşamla kurulan ilişki göz önünde bulundurularak ölümle ve savaşla girilen mücadele kadın için çok anlamlı. Kırsaldaki kadınlar kapitalizmin çok saldıramadığı kendi yaşamları içerisinde gündelik akışlarında doğayla ilişkisini daha iyi sürdürebiliyor. Savaş karşıtı mücadele ile ekoloji mücadelesi çok içiçe geçiyor. Yaşamlarımıza o kadar bütünlüklü bir saldırı var ki biz de o mücadeleyi sürdürürken aynı bütünlükle geri dönüş yapmalıyız. Bir yerde boşluk verildiğinde sistem oradan baskısını arttırıyor. Kadın mücadelesinde bizi bir araya getiren en önemli şey de bu bütünlülük oluyor."

Özlem Arkun:
"Saldırı çok farklı hatlardan devam ederken bunların kılcalları da oluyor. Militarizm sadece savaşla saldırmıyor. Militarizm bir kültür olarak gündelik yaşantıda kadınlık rollerini belirliyor. Bir kadının vatana feda edecek evlat doğurmasının propogandasını yapıyor ya da savaş dönemlerinde ötekileştiricek o hiyerarşiyi kuruyor. Kadının erkekten daha aşağıda olduğu öğretisini sürekli yineliyor. Doğanın talanına ilişkin mücadele hattı sadece yaşam alanlarımıza bir HES yapılmak istendiğinde görünür oluyor belki ama aslında doğadan koparılan hayatlarımızda gündelik karşılıkları oluyor. Mücadele ettiğin alanda gündelik pratiklerini yeniden düşünüp örerek gündelik direnişler de geliştirmen gerekiyor."

Didem Deniz Erbak:
"Yaşamın kendisinde bir mücadele vardır. Mevsimlerin geçişinde, tüm canlı yaşamı içerisinde, ekolojik yaşamda her şey bir mücadele. Bir tohumun toprakta filizlenmesi bile bir mücadele, bütün işleyişin kendisi mücadele."


Zeynep Çoşkunkan (20) Boğaziçi Üniversitesi Felsefe Bölümü öğrencisi, Anarşist Kadınlar):
"Kadın ve doğanın üzerindeki iktidar ilişkilerinin yanında aynı zamanda Anarşist Kadınlar olarak hem direnişlerde hem de kendi günlük pratiklerimizde kurduğumuz kolektif ilişki biçimlerinin doğadaki ilişki biçimleriyle paralelliği var. Doğa ve kadın üzerindeki tahakkümü bütünlüklü bir iktidar olarak algılamak gerekiyor. İktidar dediğimiz kavram doğanın tüm kaynaklarını kendisi için kendi yararına kullanılabilecek meşru bir kaynak olarak görürken, aynı zamanda ataerkil bir yapıya sahip olduğu için kadın bedeni ve kimliği üzerinden de politikalar üretiyor. Kadın ve ekoloji mücadelesi bu yönden birbiriyle bağlantılı. Kadınlar da ekoloji de aynı şeye karşı bir direniş halindeler. Kadın kendi kimliğine doğrultulan bir iktidara karşı ekoloji de direniş içerisinde.

Devletlerin, ataerkinin, iktidarın oluşmadığı ilkel ve komünal toplumlarda kadının pozisyonuyla şimdiki ataerkil ilişki biçimlerinin geliştiği toplumlarda kadının rolleri çok daha farklı. Hem tarihsel hem de yaşamsal olarak kadınla doğanın arasındaki ilişki çok daha belirgin. Kadın bereketlidir, toprak gibi. Kadın doğayla içiçedir, doğanın bir parçasıdır. Eskiden daha saygı duyulan, yaşamı üreten olarak kadına daha fazla saygı duyulurken şimdi evlere kapatılan, erkek iktidarının ona gösterdiği yaşam alanı içerisinde sıkıştırılmış bir kimlik olarak kalıyor. Ancak tüm bunlara rağmen kadınların doğayla kurduğu ilişki biçimi daha farklı ve daha yakın olduğu için kadın bulunduğu yaşam alanından doğayla daha güçlü bir ilişki geliştiriyor. Toprağı ektiği zaman, dereden su alıp bitkiler yetiştirdiği zaman bunu diğer nesillere aktarma ihtiyacını hisseden kadın oluyor.


Anarşist Kadınlar'ın ekoloji mücadelesine dair söyleşi
Loç Vadisi'ndeki kadınların direnişte ön planda olmalarının kendiliğinden ve yaşamsal alanlarında doğayla kurdukları ilişki biçiminden kaynaklanıyor olduğunu görüyoruz. Devlet, tarih boyunca kadını üretkenliği üzerinden kendine bir kaynak olarak kullanıyor. Kadının bedeni, üretkenliği ve doğurganlığı devlet politikalarında kullanılıyor. Bunu yaparken insanı doğadan koparıp doğanın karşısına koyarak ezen-ezilen ilişkisini arttıran devlet kadınla kendisi arasında da aynı biçimde bir ilişki kuruyor.

Kapitalizmin ve devletlerin insanı doğadan kopartmasına tarihten bir örnek vermek gerekirse 1645 yılında İngiltere'de çok büyük bir çitleme hareketi ortaya çıkıyor. Bu aynı zamanda mülkiyet kavramının ortaya çıkışıyla da alakalı. Öncesinde insanlar ihtiyaçları olan ürünleri beraberce yetiştirip doğayla paralel bir ilişki içerisinde kolektif bir biçimde yaşarken çitleme hareketiyle beraber bu insanların toprakları ellerinden alınıyor. Önceden hep beraberce paylaşma ve dayanışma içerisinde yaşayan insanların yaşamına böylece bencillik ve rekabet kültürü giriyor. Çitleme hareketine karşı çıkan isyanlarda kadın yine ön plana çıkıyor çünkü kadının yaşamı dönüştürmeye olan yatkınlığı daha fazla tepki vermesine neden oluyor. Devlet bu kadınları itibarsızlaştırmak yoluyla sindirmeye çalışıyor ve cadı yaftası altında bu kadınlar hakkında kara propoganda yapıyor. Kadim bilgilerin sınırlandırılmasına gidiliyor ve kadınların örgütlülüğüne bir saldırı geliştiriliyor.
Söyleşinin gerçekleştiği Tarlataban Bostanı

Loç Vadisi sürecinden bahsetmek gerekirse Loç Vadisi, Kastamonu'da 4 tane köyün vadiye baktığı bir alan. Karadeniz'de mücadele zaten yıllardır devam ediyor çünkü dereler HES yapılmak isteniyor. Kapitalizme ve devlete hizmet eden projeler bu bölgeye yapılmak istendiğinde buradaki halk ayaklanıyor. Buradaki köylerin genç nüfusu çok az. Bu direniş sürecinde yaşlı insanlar iş makinalarının önüne geçiyorlar. Biz de Anarşist Kadınlar olarak bu direnişin sesini kentsel alanlarda nasıl duyurabiliriz diye düşündük. Şehirde bir mücadele hattı kurarak buradaki insanlara kırsalda nelerin olduğunu anlatabiliriz hem de üstlenici şirkete geri adım attırabiliriz dedik. Şirket önü oturma eylemleri düzenledik."

Deniz Didem Erbak:
"Üstlenici şirket olan ORYA'nın Kabataş'taki binasının önüne gittik. Loç Vadisi'ne HES yapmak isteyen ORYA Enerji'nin CEO'su Orhan Yavuz TEMA Vakfı'nın mütevelli heyetinden bir şahıs. Bir Loç Vadisi mücadelesinde bunu da deşifre etmek istedik."

Zeynep Çoşkunkan:
"Şirket önünde gerçekleşen nöbetlerde sarı çizme, yağmurluk ve yazmalarla yer aldık. Bu esnada vadide de insanlar direnişteydi. Jandarmanın bir gece vadideki halka saldırmayla beraber direniş yükselmeye başladı. Hem şehirde hem de köyde, o yaşam alanının öznesi olan insanların da direniş göstermesiyle bir şeyler değişiyor. O insanlar kendi yaşamları üzerinde söz sahibi olduklarının bilinciyle bir direnişi başlatıyor.
Anarşist Kadınlar ekoloji mücadelesini konuşuyor
Deniz Didem Erbak:
Kadınların en önde olduğu bir direniş söz konusu. Biz bütün pankart asma, oradaki masamızı kurma, çay demleme ve yemek yapma işlerini hep beraber kadınlar olarak yaptık. Yaşlı insanların bu süreci sahiplenmesinin de önemi büyük. Biz şehirde doğan ya da hayatının büyük bölümü şehirde geçirmiş gençler insanın doğayla olan ilişkisinin o kadar farkında değiliz. İnsanın doğadan koparıldıktan sonra doğa üzerinde tahakküm kuran bir pozisyona geçmesi şehirde yaşayan insanların reflekslerine inmiş bir şey. İneği öldü diye hastanede günlerce yatan kadınlar, ağacı kesildi diye ağacını kesen kardeşlerine küsen kadınlar gibi örneklerle çoğaltabileceğimiz insanların doğayla kendi kültürleri üzerinden kurdukları bir bağ var. Sahip oldukları dillerini, kültürlerini doğayla ilişkili olarak kurmuş bu kadınlar. Bunu korumak adına kadınların büyük bir derdi oluştu. Bu süreç oradaki insanların da politize olduğu bir süreç haline geldi. Biz o kadınlara Kürt annelerinden, Cumartesi Anneleri'nden bahsettik. Loçlu teyzelerle Cumartesi Anneleri'nin eylemine gittik. Bu durum kadınların söz konusu direniş olduğunda aslında bütün kimliklerinden sıyrılabileceğinin göstergesiydi. Loçluların anarşist algısı değişti ve fikirsel bir farklılaşma yaşadılar. Bir dert var ve bu dertte ortaklaştığımızda aslında birbirimizi de dönüştürmeye başlıyoruz.

Ekoloji mücadelesinde bizim anladığımız şu oldu: Beraber yapabilecek çok şeyimiz var ve bu noktada ortaklığımız çok fazla. Tıpkı kadın mücadelesi gibi. İçinde yaşadığımız toplumda olağanlaştırılmaya çalışılan baskılar, tacizler ve yıldırma politikalarına karşı yaşamını savunmak isteyen kadınların bir araya gelip yapacakları çok şey var. Bu sonsuz yok etme, ve ötekileştirme anlayışına dair doğayla bütünleşmeyi hedef koyarak bu mücadeleyi sürdürmenin yolları hala arıyoruz. Bu yolları genişletmeye çalışıyoruz ve bunun mücadelesini veriyoruz."


Sinem Özkan, Tarlataban İnsiyatifi
Tarlataban'ın hikayesi
Boğaziçi Üniversitesi'ndeki Starbucks İşgali'nden sonra yediğimiz ve içtiğimiz şeyler nedir, nereden geliyor ve bu süreçte neler oluyorun sorgulanmasının ardından ortaya çıkan Tarlataban İnsiyatifi'nin amacı okul içerisinde öğrencilerin bir şeyler üretebilmesi ve bu üretim sürecinin takip edilebilmesi. Adil gıda üretmeye çalışan insiyatif üniversitenin Güney Kampüsü'ndeki bostanda atalık tohumlar kullanılıyor. Kışlık ve yazlık ekimlerin yapıldığı bostandan elde edilen ürünlerin arasında maydanoz, tere, roka, semizotu, dereotu, marul, pazı, ıspanak, havuç ve bakla var. Kimyasal gübrenin kullanılmadığı, malçlama yapılan bostanda ayrıca kompost çukurları da bulunuyor. Bostanın asıl amacının Boğaziçi Üniversitesi Kooperatifi'ni (BÜKOP) ve Öğrenci Kooperatifleri'ni (ÖKOP) beslemek olduğunu belirten Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü öğrencisi Sinem Özkan (18) :"Tarlataban'ın üretici, BÜKOP aracı ve ÖKOP da tüketim ağı şeklinde olması amaçlanıyor" dedi.


Fundagül Arslan, Katılımcı
Etkinlikten Facebook üzerinden haberi olan Boğaziçi Üniversitesi Batı Dilleri ve Edebiyatı Bölümü öğrencisi Fundagül Arslan (21) Tarlataban Bostanı'na ilk defa geldiğini belirtti. Bisiklet Kulubü üyesi olan Arslan kadınların ekoloji mücadelesinde neler yaptığını öğrenmek ve Tarlataban İnsiyatifi ile alakalı daha fazla bilgi sahibi olmak için etkinliğe katıldığını söyledi.

Haber: Hazal Sipahi
Tür: Fotoğraflı Haber Yazısı

6 Aralık 2015 Pazar

Şehirde gıda ormanları

28 Kasım Cumartesi Cihangir CREATE'de gerçekleşen Gıda Ormanı Atölyesi'nin eğitmeni Permakültür Tasarımcısı Aybüke Zengin'di. Kendine yeten ve kendini döndüren bir gıda ormanı tasarlamanın anlatıldığı atölyeye 7 kişi katıldı.
Atölyenin eğitmeni Aybüke Zengin
3 saat süren atölyenin konu başlıkları permakültürün tanımı ve etik ilkeleri, arazi onarımı, ağaçlar ve enerji döngüsü, ardıllık ve gıda ormanı tasarımı, dikimi ve bakımıydı. Verimli bir orman sistemi oluşturmak için hayvanların ve bitkilerin işlevlerini tam anlamıyla yerine getirebilecek ortamlarda uyumlu bir şekilde bir araya getirilmesi gerektiğini vurgulayan eğitmen Aybüke Zengin, tüm bunları dünyayı ve canlı yaşamını gözetip fazla olanı vakfederek nasıl yapılacağını anlattı. 
Yemek arasında sohbet eden katılımcılar

Arazi onarımı, örüntü ve albido etkisi
Arazi onarımını yanmış ve potasyumu eksik, sıkışmış ve üzerinden ağır iş arabaları geçmiş havasız, sürülmüş ve gevşemiş kolay dağılan toprak çeşitleri üzerinden anlatan Zengin bu toprakların nasıl toprak kaybı olmaksızın onarılabileceğinden bahsetti. Ardından örüntü kavramına geçen eğitmen, örüntüyü kendini tekrar eden ancak her bir tekrar durumunda çeşitli küçük farklılıklar içeren doğadaki oluşumlar olarak tanımladı. Bu kendini çeşitli farklılıklarla tekrar eden düzenin doğanın bütünselliğini kavramaktaki önemine değinilen atölyede örüntüye örnek olarak deniz dalgaları, sarmallar ve çeşitli ağlar verildi. Bir ağacın ışığı savurabilme yeteneği olan albido etkisine değinen Zengin, "Bir ağaç ışığı tutuyorsa albido etkisi düşüktür. Koyu renkli ağaçlar ve mezarlık selvileri gibi" dedi. Geçirgen yani ışığı yansıtan türlerin yazın serinlik etkisi yarattığını söyleyen eğitmen buna da bambu ağacı örneğini verdi. Bir araziyi iyice gözlemledikten sonra nelere ihtiyaç olduğunun belirlenmesi gerektiğini anlatan Zengin, bu belirlemede rüzgarı, yağış miktarını, yalıtım etkisini ve yoğunlaşmayı göz önünde bulundurmak gerektiğini söyledi. 

"Sorun, çözümün ta kendisidir."
Aybüke Zengin örüntü kavramını açıklarken
"Bir şeye sorun gözüyle bakarsak ve onunla savaşmaya kalkarsak, doğa direnir. Bu meseleyi daha yapıcı ele alırsak sorundan çözüme gidebiliriz ve durumu kendi avantajımıza çevirebiliriz" diyen eğitmen Aybüke Zengin ormanları gözlemleyerek, stratejik düşünerek ve araç-gereçlerimizi kullanarak daha iyi ormanlar yapmanın mümkün olduğunu belirtti. Bir gıda ormanı oluşturmadan önce yapılması gerekenleri arazi seçimi, çitleme, toprak hazırlığı, erozyonla mücadele, arazinin sulanmasıyla alakalı ön hazırlık, arazinin eş yükselti eğrilerinin belirlenmesi ve toprağın su tutma kapasitesinin arttırılması olarak listeleyen Zengin, ardından gıda ormanı tasarımını ve bir gıda ormanının katmanlarını anlatmaya başladı. 

Gıda ormanı ve evreleri
"Yer örtücü, otsu, çalı ve farklı yükseklikteki ağaçlardan oluşan türlerin arasına ekilen üretken meyve ağaçlarının oluşturduğu gıda ormanın destekleyicileri ise kök ve sarılıcı türler oluşturuyor. 7 katmandan oluşmasının en verimli olduğu bu gıda ormanlarında kısa sürece üretken türlerden ürün almak mümkün hale geliyor. Zamanda ve mekanda istifleme ile normalde 100-150 yıl sürecek bir ormanlaşma sürecini 10-15 yıla düşürmek mümkün hale geliyor. Bir üretici türe 9 destek tür konulması gereken bu süreçte dikilen üretici türlerin hemen sulanmaya başlanması gerekiyor" şeklinde süreci anlatan Zengin daha sonra tahtaya yaptığı çizim üzerinden gıda ormanının evrelerini anlattı. Daha sonra katılımcıların sorularını cevaplayan eğitmen, katılımcılara kendi arazilerinde neler yapabilecekleriyle alakalı tüyolar verdi.

1. aşama: Yer örtücüler 
Tür: Yonca, fiğ vb.
Kalma süresi: 1-2 yıl
2. aşama: Otsu türler
Tür: Yonca, burçak vb.
Kalma süresi: 3-5 yıl
3. aşama: Çalı türleri
Tür: Katırtırnağı, sinameki vb.
Kalma süresi: 5-10 yıl
4. aşama: Çatıaltı katmanı
Tür: Akasya, iğde vb.
Kalma süresi: 20-25 yıl
5. aşama: Çatı katmanı
Tür: Kestane, ceviz ve meyve ağaçları vb.
6. aşama: Kök bitkileri
Tür: Patatesgiller
7. aşama: Sarılıcılar
Tür: Asma türleri 


Haber: Hazal Sipahi
Tür: Multimedya Haber

29 Kasım 2015 Pazar

Şehrin ortasında "Ek Biç Ye İç"

Geçtiğimiz Ağustos ayında açılan ve permakültür ilkeleri gözeterek oluşturulmuş, sürdürülebilir işletme modelini esas alan Gümüşsuyu'ndaki Ek Biç Ye İç'in hikayesi:


Haber: Hazal Sipahi
Tür: Fotoröportaj

23 Kasım 2015 Pazartesi

Kendi kendine yeten balkon

Permakültür Tasarımcısı Didem Çivici ile Kendi Kendine Yeten Balkon Eğitimi 15 Kasım 2015 Pazar günü 16 katılımcıyla Çivici'nin Feneryolu'ndaki evinde gerçekleşti. Çivici, eğitim kapsamında katılımcılara permakültür ilkelerini, kompost yapımını ve kendi kendine yeten balkon tasarlamayı anlattı. 



Kendi Kendine Yeten Balkon Eğitimi; insanı gözetme, dünyayı gözetme ve enerji fazlasını vakfetme olan permakültür ilkelerinin anlatımı ile başladı. Para, zaman ve sevgi fazlasını paylaşmak yerine tüketmek ve depolamaya alışkın olan insan için kendi kendine yeten balkonun anarşist bir hareket bir hareket olduğu vurgulandı. Maddi ve manevi bir ihtiyaç olarak balkonculuğun ön plana çıkması insanları parklara bağımlı olmaktan kurtaracağını söyleyen Eğitmen Didem Çivici daha sonra balkonun hayatımıza kattığı değerlerden bahsetti. 

Balkonun değerleri

Boş bakıp boş görmenin ve doğayı gözlemlemenin önemini anlatan Çivici, balkonun bize kattığı değerler olarak organik, sağlıklı ve taze gıdayı, doğayla temas halinde olmayı, taze ve temiz havayı, geri dönüşüm olanaklarını, boş alanı değerlendirmeyi, çocuklarla iletişimi ve tüm bunları yaparak topluma faydalı örnek olmayı sıraladı. Ardından balkon bahçeciliğinin hangi ihtiyaç ve isteklere hizmet ettiğinden bahseden Çivici bu ihtiyaç ve istekleri şu başlıklar altında topladı: toprakla temas, doğadan aldığın eğitim, sosyalleşme, rehabilitasyon, dinlence, tasarruf, su hasadı, estetik, kendi gıdanı yetiştirmek, gölgelik yaratmak, alanı değerlendirmek, rüzgarı kırmak, şehrin gürültüsünü azaltmak ve geri dönüşüm. 


Evde kompost yapımı
Balkon bahçesinde ihtiyaç olacak organik gübrenin elde edilmesi için evde kompost yapımının önemini vurgulayan Çivici katılımcılara üç kompost yöntemini anlattı: Soğuk kompost, sıcak kompost ve Bokashi yöntemi. Kompostun yararları olarak toprak yapısında iyileşme, topraktaki yararlı organizların çoğalması ve fonksiyonlarını sürdürmesi, toprağın mineral besin maddesi içeriğine katkısı, toprağın havalanması ve nem tutma kapasitesindeki artış ve toprağa uygulanan mikro ve makro besin elementlerinden bitkinin daha iyi ve uzun sürelerde faydalanmasının olduğu anlatılan eğitimde sıra solucan kompostu hazırlamanın işlenişine gelince katılımcılar arasında espriler yapılmaya başladı. Kompost yapımında çıkabilecek problemler ve daha etkin kompost yapımı için çözüm yollarından çeşitli örneklerle bahseden eğitmen daha sonra balkon bahçeciliğinde dilim analizini ve bu analizin önemini anlattı. 

Didem Çivici
Balkonun dilim analizi
Balkon bahçesi tasarımı yapmak için dikkat edilecek hususlar olan manzara, yön, rüzgar, gölge ve güneşin her balkonda farklı olmasından dolayı bütün bir günü gözlemlemek gerektiğini söyleyen Çivici, "Her şeyin getirisi ve götürüsü var" dedi. Örneğin rüzgar topraktaki nemi azaltırken aşırı olması toprağı kurutabilir. "Sarkıtma saksılar, rüzgarlı balkonlar için meyve ağaçları, PVC boru bahçesi, raflama ve duvar bahçesi sistemlerinin kullanılabileceği balkonun yüzde 10'unun çiçek olması böcekleri çeker ve zararlıları ulaştırır" diyen eğitmen, alan haritası çizmeyi, balkondaki giriş ve geçiş alanlarının belirlenmesini, bakı ve rüzgarın belirlenmesini, mekanı üç boyutlu ele almayı, sarılıcı bitkileri kullanmayı ve saksı derinliğini anlattı. Anlattıklarını örnek bir balon bahçesi tasarımı üzerinde gösteren Çivici katılımcıların sorularını cevapladıktan sonra eğitimi sonlandırdı. 

Haber: Hazal Sipahi
Tür: Multimedya haber

15 Kasım 2015 Pazar

Tohum alma ve saklama

İstanbul Permakültür Kolektifi'nin düzenlediği Nejat Pars ile Tohum Alma ve Saklama Atölyesi 14 Kasım 2015 Cumartesi Taksim'deki Ek Biç Ye İç'te gerçekleşti. 25 kişinin katıldığı ve 3 saat süren atölyede biyoçeşitlilikten tohumun döllenmesine, anaç seçiminden tohumların ekilmesine birçok konu başlığı vardı. Katılımın ücretsiz olduğu atölyenin eğitmeni Nejat Pars katılımcılara çam fıstığı tohumu armağan etti.



"Tohuma sadakat, geçmişe ve geleceğe sadakattir. Tohumu anlamak, varlık sebebimizi anlamak, bulunduğumuz noktada ne kadar zengin bir miras, ne kadar çok sorumluluk ve ne kadar umutlu bir gelecek olduğunu farketmektir. Her tohumun döngüsü, yaşam süresi ve bu sürede ürettiği yeni tohumlar bereketin, şifanın, iyiliğin ve iyileşmenin sırrını anlamamız için birer vesiledir yaşantımızda."
Victor Anais

Haber: Hazal Sipahi
Tür: Video haber

8 Kasım 2015 Pazar

Doğa ve bedenle uyumlu "ay hali" mümkün

Menstrüel kap
Ekolojik, ekonomik ve hijyenik olma özellikleriyle menstrüel kap, kullan-at hijyenik ped ve tamponlara sürdürülebilir bir alternatif olarak öne çıkıyor. Türkiyeli kadınların menstrüel kaba yaklaşımları ise değişiklik gösteriyor. 

Kadınlar ergenlik dönemlerinden menapoz dönemine kadar her ay adet görüyor. Her ay ortalama 3-7 gün arasında süren adet kanaması boyunca kadınlar çok sayıda ped ve tampon kullanıyor ve bu ürünlere her ay ortalama 15 TL harcıyor. Bu gibi kullan-at menstrüasyon ürünlerinin içerdiği kimyasallardan dolayı sağlıklı olmadığı da bilinenler arasında. Kullan-at adet dönemi ürünlerine alternatif menstrüal kaplar hem sağlığa, hem doğaya hem de cebe zarar vermiyor.


Anna-Lena 
Karen Kohen



Büşra Demircan


Menstrüel kap nedir?
Kadınların adet dönemlerinde kullanmaları için yapılmış esnek silikondan huni şeklinde bir kap olan menstrüel kabın ömrü ortalama 5 yıl. Vajina içerisine yerleştirilen adet kabı dolduğunda kabın içerisindeki sıvı boşaltılıp kabın temiz sudan geçirilmesi gerekiyor ve temizlenen kap yeniden vajinaya yerleştiriliyor. Adet döneminin sonunda menstrüel kap kaynar suda bekletilip sterilize ediliyor. 2 yıldır menstrüel kap kullanan Anna-Lena (21) adet dönemi son bulduktan sonra kabın içine işeyerek temizleme işlemini gerçekleştirdiğini söylüyor. Yurtdışında uzun yıllardır kullanılan, Türkiye'de ise adı yeni duyulan ve satışı başlayan menstrüel kaptan çoğu kadının haberi bile yok. Kozmetik mağazasında çalışan Büşra Demircan (26) "Menstrüel kaptan şimdiye dek haberim yoktu. Kadın müşterilerimizden de böyle bir ürünü soran şimdiye dek olmamıştı. Kesinlikle denemek ve satışını da yapmak isterim" diyor ancak herkes menstrüel kap kullanımına Demircan kadar sıcak bakmıyor. Kaptan haberi olan ancak kabı kullanmayı düşünmediğini belirten Karen Kohen (31) "Kabı vajinaya yerleştirmeden önce ve sonra ellerini çok iyi dezenfekte etmelisin. Bunu her zaman her yerde yapabileceğimi düşünmüyorum. En azından ped kullanırken bunu düşünmek durumunda değilim" diye açıklıyor bu durumu.


Hijyenik tampon ve pedler
Kullan-at menstrüel ürünlerin zararları
Bir kadının en hassas bölgelerinden olan vajina adet dönemi boyunca yabancı madde sayılan hijyenik ped ve tamponlarla temas halinde oluyor. Vajinayla temas halindeki bu maddeler ne kadar iyi bakılsa ve sık sık değiştirilse de bakteri oluşumuna neden olabiliyor. Vajinal flora adet dönemi boyunca bu yabancı maddelerin temasından dolayı değişime uğruyor ve kendine gelmesi zaman alıyor. Ayrıca kullanılan hijyenik ped ve tamponların doğaya karışması uzun yıllar sürüyor. Tüm bu süre boyunca kadınlar kullan-at ürünleri kullanmaya devam ederek doğaya daha da fazla atık bırakmaya devam ediyor. Bu noktada hem ekolojik hem de hijyenik oluşuyla menstrüel kaplar öne çıkıyor.
İlayda Tunca
Leyla Üstünkaya

Menstrüel kabın faydaları
Farklı boy ve sertlikte seçenekleri olan menstrüel kapların en önemli özelliği en hijyenik alternatif oluşu. Vajinal floraya zarar vermeyen, vajinal mantar oluşumuna neden olmayan ve koku yapmayan kapların kullanıcıları adet sancılarının da azaldığını söylüyor. 6 aydır menstrüel kap kullanan Leyla Üstünkaya (26) "Özellikle sıcak aylarda pişik yaptığı için ped kullanmak çok sıkıntı veriyordu. Spiral kullandığımdan tampon da kullanamıyordum. Arkadaş tavsiyesiyle kullanmaya kabı kullanmaya başladım ve hiçbir sıkıntı yaşamıyorum. Tahriş olmadığım gibi ağrılarım da azaldı ve bir sürü çöp atmak durumunda da kalmıyorum" diye anlatıyor.
Yılda ortalama 180 TL harcanan hijyenik tampon ve pedlere oranla fiyatı 80-120 TL arasında değişen ve ömrü 10 yıla kadar uzayan modellerinin de mevcut olduğu menstrüel kap en ekonomik seçenek olarak öne çıkıyor. İnternet üzerinden menstrüel kap sipariş eden İlayda Tunca (24) "Kabı kullanmak istememin en önemli iki nedeni hijyenik ve ekolojik oluşu" diyor ve ekliyor :"Düşününce hijyenik pedler ve tamponlar hem sağlığımızdan hem de zaten iyi davranmadığımız doğadan ne kadar çok çalıyor. Bunları düşündüğümde ekonomik oluşu tabii ki önemli ama bir sonraki planda kalıyor."

Menstrüel kabın temini
Yasemin Rükun
Ped reklamlarının cirit attığı televizyonlarda menstrüel kap reklamlarını hiç görmüyoruz. Kap endüstrisinin hijyenik ped ve tampon endüstrisi ile yarışacak durumda olmayışı bunun nedeni olarak ortaya çıkıyor. Zaten uzun süreli kullanılan menstrüel kaplar sürdürülebilirliği ile tüketim kültürüne hizmet etmiyor. Menstrüel kabı şimdilik kozmetik mağazalarından ya da eczanelerden satın almak mümkün değil. Türkiye'deki bazı ekolojik köylerde satışı yapılan menstrüel kabın satışı internet üzerinden yapılıyor. 1 yıl önce menstrüel kap alan Yasemin Rükun (27) kadınları bu konu üzerinde düşünmeye davet ediyor: "Dedetepe Çiftliği'nde gönüllü olarak kaldığım dönemde kaptan haberim oldu. Kabı oradan aldım. İlk başta başka insanların kullandığı tuvaletlerde kabı nasıl temizleyeceğim diye düşünüyordum. Aslında bu o tuvaleti kullanan diğer kadınların da yaşadığı bir durum, yaşam döngümüzün bir parçası. Adet olmanın pis ve saklanması gereken bir şey olduğunu düşünmekten vazgeçmeliyiz."

Haber: Hazal Sipahi
Tür: Fotoğraflı haber yazısı

1 Kasım 2015 Pazar

Şişli %100 Ekolojik Pazar

2006 yılının Haziran ayından bu yana Şişli'de kurulan %100 Ekolojik Pazar'da Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği yaptığı denetlemelerle alıcı ve satıcıyı bir araya getirmeyi amaçlıyor.

Konuşmacılar (sırasıyla): Müge Ran, Çetin Leblebiciler, Muzaffer Ukuş, Ali Özgür Karaoğlu, Ahmet Çelik, Hakan Akkuş 

Haber: Hazal Sipahi
Format: Fotoröportaj

25 Ekim 2015 Pazar

Permakültüre giriş

Kursa misafir Şehirdeki Doğa'ya ev sahibi kediler

Iraz Candaş'ın eğitmenliğindeki 12 Saatlik Permakültüre Giriş kursuna 17-18 Ekim 2015 tarihlerinde Ankara'daki Şehirdeki Doğa ev sahipliği yaptı. 72 saatlik Permakültür Tasarımı eğitiminin özeti niteliğindeki kursta konu başlıkları; permakültür ilkeleri, saha tasarımı, örüntü kavrayışı, ev bahçesi tasarımı ve kent ve topluluk stratejileriydi. 




Eğitmen Iraz Candaş kursa 13 Ekim 2015 tarihinde Ankara'da gerçekleşen patlamalarda hayatını kaybedenler için bir mum yakarak küçük bir anma ile başlamak istiyor. Kurs öğretmen, öğrenci, yeni bir hayat arayışında olan, emekli, başka bir hayat mümkün mü sorusunu soran ve de en önemlisi kendisi ve doğa için bir şeyler yapmak isteyen 18 kişinin katılımıyla patlamada ölenlerin anısına bir dakikalık sessizliğin ardından başlıyor. 

Permakültüre Giriş kursunun katılımcıları

Kurs permakültürün dedesi olarak bilinen Bill Mollison'un ve permakültürle Iraz Candaş'ın nasıl kesiştiğinin hikayesi ile başladı. Permakültür Tasarımı aslında Bill Mollison tarafından 72 saatlik bir üniversite ders müfredatına uygun olarak hazırlansa da Mollison permakültür isminin patentini alıyor. Permakültürün ilke ve etiklerinin üniversite müfredatına girip aslını kaybedeceğinden çekinen Mollison'un bu tavrını eleştirenler de oluyor. 

Permakültür kelimesini incelediğimizde permanent (direnen) ve cultura (insan işgali) kelimelerinin birleşiminden meydana geldiğini görüyoruz. Permakültür, sürdürülebilir tarım yöntemleriyle insanın evrendeki direnişini ve soyunun devam etmesini destekleyen bir sistem. Bunu yaparken de bazı ilkeleri benimsiyor: yeryüzüne özen gösterme, insanlara özen gösterme ve nüfus ve tüketime sınır getirme. Candaş burada sürdürülebilirliğin net bir tanımını yapmak gerektiğini vurguluyor: "Bir sistem en az ömrü boyunca bakımı, ömrünün sonunda da yenilenmesi için gereken enerjiyi üretebiliyorsa sürdürülebilirdir."

Doğal sistemlerin ilkeleri ise muazzam çeşitlilik, her şeyin başka şeylerde ilişki içinde olması ve hiçbir şeyin sonsuza kadar yaşamadığı. Yani bir canlı kaybedildiğinde o sistemin öğesi başka bir enerji oluyor ve böylece ardıllık süreci işlemeye devam ediyor. Doğal sistemin ve sürdürülebilirliğin işleyişi bu çeşitlilik ve ilişkiler yumağıyla mümkün oluyor. 

Permakültür tasarımının ilkeleri

Yeryüzüne ve insanlara özen gösteren, nüfusa ve tüketime sınır getiren bir sistemin tasarımının da 12 ilkesi var; doğayı gözlemlemek ve onunla etkileşime geçmek, enerji üretmek ve depolamak, verim sağlamak, öz denetim yapmak ve eleştiri kabul etmek, yenilenebilir kaynak ve hizmetleri kullanmak ve değerlendirmek, atık üretmemek, büyükten küçüğe doğru tasarlamak, ayırmak yerine birleştirmek, küçük ve yavaş çözümler üretmek, çeşitliliği kullanmak ve değerini bilmek, kenarları kullanmak ve farklı olana değer vermek ve değişime açık olarak onu en iyi şekilde değerlendirmek. 


Eğitmen Iraz Candaş
Kursun gidişatı

Candaş permakültürün ilkelerini anlatmaya başlamadan önce sınırlı kaynaklara sahip olan dünyada kendi pisliğimizde boğulmaya doğru gittiğimizin olumsuz kanıtlarını sunuyor ve bir şeyleri öngörmenin sorumluluğundan bahsediyor. Kırsalda yaşayan eğitmen her alandaki kirlilik, ormansızlaşma ve bilinçsiz tarımın neden olduğu toprak kaybı ile alakalı bilimsel dayanakların sunulmasının ardından bu konuyla alakalı olarak neler yapabileceğimizi anlatıyor. Temiz hava, temiz su, temiz-besleyici yiyecek, makul barınak ve ahenkli, ilişki ağlarıyla örülmüş dayanışmalı bir topluluk yaşamının herkesin temel hakları olduğunu vurgulayan Candaş paylaşım varsa hayatta kalınabileceğini savunuyor. Permakültür tasarım ilkelerine bağlı gıda üretimi, ev tasarımı, inşaat, enerji tasarrufu ve üretiminin kısaca anlatıldığı kursta permakültür çözümlerini destekleyecek alternatif iktisadi yapılanmalar ve çeşitli hukuki stratejilere de değiniliyor. Belki de en önemlisi Iraz Candaş, kurs katılımcılarına orman gibi düşünmeyi anlatmaya çalışıyor. 8 modülden oluşan ve iki gün süren kursun sonunda katılımcılara Türkiye Permakültür Araştırma Enstitüsü onaylı sertifika veriliyor. 


Şehirdeki Doğa'da gerçekleşen ders
Şehirdeki Doğa

12 Saatlik Permakültüre Giriş Kursu'na iki gün boyunca ev sahipliğini yapan Şehirdeki Doğa, ekolojik farkındalık ve koruma geliştirme amacıyla yola çıkan bir proje. Pratikte çok fazla doğada bulunamayan şehir insanının olduğu yerden uzaklaşması gerekmeden de doğayı sevebileceği, tanıyabileceği ve koruyabileceği yaklaşımını savunuyor. Projenin kurucusu Sinem Akat, bu amaçla başlattığı atölye ve çalışmaların amacının insanların doğayla kopan bağlarını onarmak olduğunu söylüyor.

Haber: Hazal Sipahi
Tür: Multimedya haber

17 Ekim 2015 Cumartesi

Bir karbon ayak izidir gidiyor

Ne yapsak, nereye gitsek ardımızda bıraktığımız: Karbon ayak izi. Küresel ısınmaya adım adım daha da yaklaştığımız günlerde karbon ayak izimizi küçültmek için yapılacak bir sürü şey var. 

Özellikle son günlerde internette, televizyonda, otobüste kısacası hemen her yerde karşımıza çıkıyor karbon ayak izi. Nedeni basit. Çünkü neredeyse her yaptığımız faaliyetin bir karbon ayak izi var. Karbon ayak izi antropojenik dediğimiz insani faaliyetleri gerçekleştirirken ortaya çıkan karbondioksit miktarının ve sera gazı etkisi yaratan gazların emisyonunun bıraktığı izdir. Bu birim cinsinden yapılan karbondioksit emisyonunun ölçümüne karbon ayak izi denilmesinin nedeni ise insanların anlamalarını kolaylaştırmak. 

Karbon ayak izi yaşamın her alanında
Antropojenik faaliyetlerin çevreye verdiği zararın ölçüsü olan karbon ayak izi, doğrudan ve dolaylı olarak ikiye ayrılır. Doğrudan yani birincil karbon ayak izi birinci elden ortaya çıkardığımız karbondioksit emisyonudur; evlerimizde kullandığımız elektrik, su ve yakıtın ortaya çıkardığı karbondioksit emisyonu gibi. Dolaylı yani ikincil karbon ayak izi ise yaşamımızın her alanında kullandığımız malların imalatı, kullanımı ve doğaya bırakılmasıyla ortaya çıkan karbondioksit emisyonudur.

Kişisel Karbon Ayak İzi


Ülkelerin ve şirketlerin yaptığı üretim ve ulaşım faaliyetlerinde ortaya çıkardığı karbondioksit emisyonu büyük ölçekli karbon ayak izidir. Bir de günlük hayatımızı idame ettirebilmek için yaptığımız faaliyetlerin karbondioksit salınımı var. Kişisel tüketimlerden orataya çıkan karbondioksit ve sera gazı emisyonlarına da kişisel karbon ayak izi deniyor. Günlük hayatınızda ısınmak için doğal gaz veya kömür kullanıyorsanız, bunların bir karbon ayak izi var. Elektrik kullanımınızın bir ayak izi var. Araba kullandığınız zaman, araba kullandığınız süreye, mesafeye ve yakıtın türüne göre arabanın motoru belli bir miktarda karbondioksit yaratır. 



Yeşil aktivist Devin Bahçeci

'Kişisel Karbon Ayak İzi Rehberi' kitabının yazarı Devin Bahçeci kişisel karbon ayak izini dört ana başlıkta toplayabileceğimizi söylüyor: "Isınma, elektrik, ulaşım ve diğerleri dediğimiz beslenme gibi faaliyetlerden ortaya çıkan kişisel karbon ayak izi var." Kişisel karbon ayak izini küçültmenin önemine değinen Bahçeci önemle ekliyor: "Ama günümüzde karşılaştığımız karbon ayak izi sorunu, iklim değişikliğine neden olan bu sorun temelde ekonomik ve politik bir sorun. Yani siz ne kadar azaltırsanız eğer bunun azalması üzerine ekonomik ya da politik bir mücadele vermiyorsanız, yaşadığınız toplumu ve devleti bu konuda bir şeyler yapmaya zorlamıyorsanız bu sadece kişisel bir tatmin olarak kalır."


Karda yürüyüp izini belli etmemek 



Beslenme, barınma, ısınma, ulaşım, üretim, zaman kullanımı, giyim, temizlik ve atıklar konusunda kişisel karbon ayak izini küçültmekle alakalı yapılabilecek bir sürü şey var. Aslında karbon ayak izini azaltmakla alakalı nefes alırken bile yapabilecekler var. Nefes, beden sağlığıyla doğrudan alakalıdır ve bu konuda atılacak basit adımların aslında büyük etkileri vardır. Uyanık olunan süre boyunca vücut duruşu dik, esnek ve rahat haldeyken alınan bilinçli ve derin nefesle solunum kalitemizi arttırabiliriz. Farkındalıklı bir solunum sayesinde oksijen verimli kullanılacağından karbon ayak izi de küçülmüş olur. 


Mevsiminde, yerli ve ambalajsız gıda
Yiyecek seçimleri, porsiyonu, bedeli, hazırlama ve saklama yöntemleri ve bunların bağlı olduğu döngülerinde karbon ayak izi var. Yenen içilen gıdanın yerli, ekolojik tarımla ve doğaya zarar vermeden üretilmiş olanını almak, ortaya çıkan atıkların kompostlanarak gübre olarak toprağa gömülmesi ve tek seferlik ambalajlar kullanmamak karbon ayak izini küçültecek pratiklerdendir. Yeşil aktivist Devin Bahçeci, "Kentler büyüdükçe kentlere gıdanın geldiği mesafe de artıyor. İstanbul'a Antalya'dan gelen domatesin bir karbon ayak izi var. Kent bahçeleri kurarak kendi domates, biberinizi yetiştirebilirsiniz. Diğer bir tarafı da tarımsal ürünlerin üretiminde kullanılan petrokimyasal gübreler. Muz yiyecekseniz mevsiminde yiyin. Ananas yemeyin derim çünkü Güney Amerika'dan ananasın buraya gelmesiyle sizin ananasa verdiğiniz paradan daha fazla bedeller doğadan harcanıyor" diyerek yerel ve ekolojik tarımın önemine dikkat çekiyor. 



Türkiye'de enerji verimliliği meselesi henüz elektronik ve beyaz eşyalar üzerinden gündeme geliyor. Buzdolabınız artık kullanılamaz haldeyse ve mutlaka yeni bir buzdolabı olmak gerekiyorsa tercihinizi A+ enerjili bir üründen yaparak ve elektrik ampüllerini daha az enerji tüketen ampüllerle değiştirmek kişisel karbon karbon ayak izinizi küçültebilirsiniz. Ancak enerji verimliliği ile alakalı Türkiye'deki en büyük sıkıntı yapıların izolasyon sorunu. Kaliteli ısı yalıtımına sahip olmayan binaları ısıtmak için harcanan enerjinin çoğu boşa gidiyor. Daha korunaklı binalar yapmak bu konudaki karbon ayak izini önemli ölçüde azaltacaktır. 


İhtiyaç mı, lüks mü ?


Karbon ayak izi konusundaki diğer bir önemli mesele de günlük enerji tüketiminin ne kadarına gerçekten ihtiyaç olduğunun farkına varmak, ihtiyaç mı lüks mü ayrımını iyi yapabilmek. Ulaşımdan örnek verirsek, araç kullanmak yerine toplu taşıma ile ulaşımı sağlamak, sık sık uçmak yerine otobüse veya trene binmek, daha küçük motorlu araçları ya da elektrikli araçları tercih etmek kişisel karbon ayak izini önemli ölçüde ufaltacaktır. İhtiyaç odaklı bir yaşam sürdürülmüyorsa dünyanın sürdürülebilirliği de bundan payını alır. Tüketim maddiyat odaklı kazançlar üzerinden yapıldığı sürece doğa zarar görmeye devam ediyor ve bu zarardan da iklim değişikliği dediğimiz durum ortaya çıkıyor. 



Ulaşımın karbon ayak izi
Sık sık kıyafet alışverişi yapmak o kıyafetin üretimi sırasında kullanılan enerjinin sorumluluğunu da aslında alıcısının omuzlarına bindiriyor. Talep olmadan arzın oluşmadığı günümüz ekonomisinde kıyafetleri mümkün olduğunca geri dönüştürerek uzun süre kullanmak bu noktada önemli hale geliyor. Tekstil sanayinde kıyafetlerin ucuzlaması birçok kişi için iyi görünse de pamukla üretilen kıyafetlerin sayısı gittikçe azalıyor ve tekstilde petrokimyasallar günden güne daha fazla kullanılıyor. Etiket üzerindeki maliyet alışverişin tek maliyeti olmuyor, en azından dünyanın doğal kaynakları açısından. 

En azından internet üzerindeki hesap makinelerinden karbon ayak izinizi hesaplayıp, bu miktarı telafi edecek kadar ağaç dikmek bile bir adımdır. Daha az karbondioksit daha küçük ayak izi demektir. 


Karbon ayak izi hesap makinası:

http://karbonayakizi.com

Haber: Hazal Sipahi
Tür: Fotoğraflı haber yazısı